18 Ocak 2016 Pazartesi

Haftasonu



Günseli için artık 15-36 kglık oto koltuklarına geçme zamanı gelmişti, ben de birkaç zamandır araştırıyordum.Denemeden almak olmaz denince internette, gidip deneyelim dedik.  Laf aramızda çok karlı bir alışveriş yaptık, internetteki en ucuz fiyattan 200 tl daha ucuza aldık. İçimize sindi, Günseli de sevdi.. Güle güle kullansın....  
Tık tık   http://cybex-online.com/tr/carseats/solutionmfix.html


Oto koltuğu işi bitince, aylık peynir alışverişimizi yaptığımız peynirciye uğradık... Kardeşimle biz çocukken, yaz öğleden sonraları annem bizi alır Kemeraltına sık sık götürüdü. O dönemde ve sonraki zamanlarda oraaya gitmeyi çok sevmezdik, nasıl ki çocukluğumda pazara gitmekten nefret ettiğim gibi. İnsan büyüyüp, çoluk çombak sahibi olunca herşeye çok farklı bir açıdan bakmaya başlıyor. Biz de haftasonları sık sık uğruyoruz artık Tarihi Kemeraltı Çarşısı' na. Bir de Değirmenimiz var . Yanlış hatırlamıyorsam 38 senelik. Un, tam buğday unu, her türlü bakliyatımızı, baharatımızı oradan alıyoruz. Paketli ürün almaktansa bu şekilde almak daha çok içimize siniyor. Hemen peynirci ile yan yana bir de turşucumuz var, orada da turşu sularımızı içtikten sonra evimize doğru yola çıktık. Günseli yeni koltuğunun hatırına misler gibi bir uykuya daldı. Tüm işlerimizi tam zamanında bitirmişiz, öyle bir fırtına başladı ki o dakikadan sonra, hala devam ediyor.... Pazar günü de yarın eklemeye çalışacağım...Zira yapmak istemediğim gereksiz bir alışveriş yaptım.. Tatlı rüyalar....



13 Ocak 2016 Çarşamba

O Yorganın Ağzı Yüzü Kaymayacak

Yatakta yorganın ağzı yüzü düzgün duracak arkadaşım. Altı üstüne gelmeyecek, yüzü tersine dönmeyecek, yorgan kılıfın içinde gergin duracak, sağdan soldan beş karış boşluklar kalmayacak. Kıl oluyorum, huzurum bozuluyor, uyku tutmuyor sonra. Bir de beyim (😁) o yorganın üzerinde çullanmışsa ve tüm yorganı üstümden çekip altına almışsa ve çekiyorum çekiyorum gelmiyorsa o yorgan, işte o zaman gazabımdan korksun🙈. Çok mu kılım az mı kılım sizce?? 

30 Aralık 2015 Çarşamba

Kış Geldi, Tam Geldi

Herkese merhaba, kış geldi, kar atıştırdı atıştıracak... Miniklerin burunları çeşme misali. Miniklerden büyüğü 3 senedir kreşe gidiyor. Soğan meselesini keşfedeli, ateşlenme durumu seyreldi, antibiyotik alımı yılda 1-2 sefere düştü, ateşi de tam çıkacak vazgeçiyor. Ben soğana bağlıyorum ama tamamen psikolojik de olabilir. Ama İtalya mıydı, Fransa mı emin değilim, annelerin hemen hepsi birazdan anlatacağım şeyi sürekli yaparlarmış. Her gece çocuklar uyuduktan sonra 1er soğanı doğrayıp bir tabak içinde başuçlarına bırakıyorum.
Her gece yenisini yapıyorum tabi. Bana hastalığın seyrini etkiliyor, şiddetlenmesini önlüyor gibi geliyor. Deneyin, bakalım siz ne düşüneceksiniz. İkinci birşey de öksürdükleri zaman yaptığım... Günlük bitkisini bilir misiniz?
Aktarlardan rahatlıkla bulabilirsiniz. Bir tatlı kaşığı kadar günlüğü, evde kullanılmayan bir tava veya sahanda veya kapta ısıtmaya bıtakıyorsunuz. Altı çok kısık olsun ama...2-3 dakika sonra siyah bir duman çıkmaya başlıyor. Bir de el büyüklüğünde bir pamuğu, bir mendilin arasına koyun ve bu pamuklu mendili kabın üzerine tutun ki pamuk günlüğün dumanını 1-2 dakika çeksin ve ısınsın. Sonra bu ılık ve dumanı çekmiş pamuğu ufaklığın sırtına veya göğsüne veya her ikisine de koyun. 
Ben iyi geldiğini tecrübe ettim...Ama lütfen çok küçük çocuklarda denemeden önce gerekli araştırmayı yapınız, bunlar benim kişisel deneyimlerim, doktor tavsiyesi değil nihayetinde... Bu yöntemle de hırıltılarının azaldığını, öksürüklerin kesildiğini düşünüyorum. Az hastalıklı bir kış olmadı dileğimle...

21 Aralık 2015 Pazartesi

Blogsuz bir Hayat Düşünemiyorum





Son 5 yıldır ara ara ara versem de (ara ara ara vermek:)) istikrarlı bir şekilde blog okuyorum. Takip listem o kadar kabarık ki... Fotoğraf çektirmeyi hiç sevmem, dikkat çekmeyi de pek sevmem, mesela siyah veya lacivert pantolon dışında pek renk giymem. Hele ki desenli pantolon giyince çok rahatsız olurum. Konu nereden nereye geldi...Demem o ki dikkat çekmeyi pek sevmem. Özel hayatımı Facebook'da, Instagram'da yayınlamayı da çok sevmem. Kendi yüzüm azdır. İlla ki birey paylaşasım gelirse okuduğum kitabı veya miniklerin fotosunu paylaşırım.Eşim de bu tür paylaşımlara çok mesafeli. O daha çok işin ' aman nazar değmesin' kısmında.  Böyle bir huyum olduğundan, yani ' huylu' olduğumdan blog yazma işine de pek girişmedim. Okumayı sevsem de Blog yazma konusunda hiç iddialı olmadım. Beceremeyeceğimi düşünüyordum ki hala öyle düşünüyorum. Çünkü hiçbir konuda kendimi 'guru' olarak görmüyorum. 2 çocuğum var mükemmel anneliğin kıyısından bile geçtiğim söylenemez. (Elbette mükemmellik göreceli bir kavram. Ve çokca tartışmaya açık bir cümle kurduğumun farkındayım).Mutfak konusunda berbatım.  Ev işlerini hiç sevmem. Çocuklarla oyun konusunda da kötüyüm. Yaratıcılık sıfır...Sevdiğim tek şey elime çayım
ı kahvemi alıp bir köşeye çekilip okumak. Artık ne olursa..Blog, kitap.... Hı bir de uyku. En sevdiğim...Dolayısıyla paylaşacak pek bir şeyim yok.. Arada sadece allah ne verdiyse yazmak için açtım bu bloğu... Ne yazayım diye kendimi çok yormadan...

İşte, açtım az önce blogları. Takip ettiğim bloglardan biri, takip ettiği blogları mimlemiş.. Bayılırım yeni bloglar keşfetmeye. Feedly'de okunmamış 70 civaı post vardı, (eskiden Bloglovin'den takip ediyordum.  Sonra bir ara mahkeme kararı ile yasaklanınca, Feedly'ye alıştım. Şimdi çok daha iyi gidiyor Feedlly ile...). İşte o yeni blogları da takibe alınca oldumu sana 140 tane post toplamda. Şimdi onları eritmeye çalışıyorum.Ama sen bi yabacıla yeni blogları. Sanki evime davetsiz misafirler doluşmuş. Ben onlara bakıyorum, onlar bana bakıyor. Gözlerimizi falan kaçırıyoruz birbirimizden. O derece... Neyse yakında kaynaşırız zaten...

Altta da bu güne dair bir sis fotosu ekliyorum... İşe gelirken göz gözü görmüyordu... Herkese muhteşem bir hafta diliyorum...

16 Aralık 2015 Çarşamba

Değişik bir Gün


Bugün değişik bir gündü. Rutinlerime aşırı bağlı bir kişilik olduğumdan, günlük programdaki en küçük bir değişiklik beni tepetaklak etmeye yetiyor. Bugün sabahtan izinliydim. Miniklerden büyüğünün okulundaki açık sınıf etkinliğine davetliydik veliler olarak. Çocuğuyla birlikte bir aktiviteye katılacaktı her veli. Konu beyaz bir tişörtü kalem kumaş boyası ile boyamaydı. Ben kızımı tamamen serbest bıraktım. En 'değişik de' bizimki oldu sanırım:) Diğer veliler almışlar ellerine kalemi, öyle muntazam boyuyorlar ki. Önceden çıktısını alıp onu harika bir şekilde t-shirtün üstüne geçirenler vs. vs.. Ben tamamen kızıma bıraktım. Eve gidince bir foto ekleyeceğim:) Bakalım siz beğenecek misiniz?

Ne zamandır kan değerlerime baktırmak istiyordum. Son 1 yıl içerisinde 15-16 kilo verdiğim için merak ediyordum değerlerimi. İşte okul öncesinde de kan verdim. Okul çıkışı da işe.....

Çok seri bir şekilde kitap okuyan bir insan değilim. Bazı kitaplar elimde günlerce sürünür. Ayda bazen 2 kitap bitirebilirim ama günün bazı saatlerinde hiç nedensiz aklıma kitapları, kütüphanemi getirdiğimde içimde değişik bir mutluluk ve huzur duyuyorum. Evde genelde evlenirken alınan adına sanırım gümüşlük deniyor, bardak, kadeh tarzı ıvır zıvır doldurulan camlı dolabımı kitaplık haline getirdim ve salonun başköşesine koydum. Salon bir anda evin en sevdiğim yeri, kitaplık köşem de en sevdiğim köşe haline geldi. Gün içerisinde Goodreads, İdefix genelde açık oluyor. Onlar da günümü aydınlatan detaylardan. Eğer hele ki kitap kargomu bekliyorsam ve gelmişse ve ben iş dönüşü kitaplarıma kavuşacaksam. O gün geçmek bilmiyor işyerinde. O paketi açıp kitapları tek tek koklama anı..... Böyle küçük şeylerden mutlu olabilmek ne kadar güzel...Elimden geldiğince alışveriş yapmamaya çalışıyorum. Hele ki kıyafete para vermek beni o kadar rahatsız ediyor ki son yıllarda. Bir şey satın almak için o kadar direnir oldum ki... Bu aslında çok da hoşuma gitmeye başladı. Bugün telefonuma Money Pro adlı bir applikasyon yükledim. 1 tl bile harcasam hangi kalemse onu girmeye çalışacağım unutmadan. Fakat kendime ayda 1-2 seans kitap alma özgürlüğü tanıyorum. Yani ayda 5-6 kitap.

 

Geçenlerde bir iş arkadaşımla aramda bir diyalog geçti ve gerçekten üzüldüm.Bazı insanlar zamanın ne kadar değerli olduğunun nasıl bu kadar farkında olmadan yaşarlar. Yakın bir zamanda nöbet sistemi ile çalışmaya geçmemiz sözkonusu. Bu demek olacak ki kendimize ayırabilecimiz daha fazla blok halinde zamanımız olacak. Eğer çeşitli hobilere sahipse bir insan, bu çalışma sistemi bir nimet aslında. Ama ısrarla istemediğini söylüyor. Neden diye sorduğumda ' Benim bu işyeri dışınca bir meşgalem yok' oldu. 

Sizler ne durumdasınız?

Şimdilik sağlıkla, huzurla kalın.....

14 Aralık 2015 Pazartesi

Hey Gidi Günler

Normalde televizyonun kumandasının nerede olduğunu bile bilmem, televizyonu açmak aklıma dahi gelmez. Ancak iş dönüşü televizyonu açık buluyorum son birkaç gündür, taşındığımızdan beri televiyonumuz yoktu, kurmamıştık,yeni kurduk, annem de açıyor öğleden sonraları biraz. TRT Müzik kanalında 'Hey Gidi Günler' isimli bir programa denk geliyorum ikidir. İzleyin, çok seveceksiniz. 80'ler, 90'lar Türkiyesini öyle güzel yansıtıyor ki. Hey gidi günler hey... Çok özlüyorum o güzel zamanları....Bu akşamki programda Alpay ve Ayten Alpman aklımda kalanlar.....


Birtakım Saygısızlıklar

Tam 4 aydır her cumartesi, aynı özel hastanenin aynı diyetisyenine sabah 9'da gidiyorum. Artık benim için diyetisyen-danışan görüntüsünden çıkmış, cumartesi günleri sabahları 20 dakika sohbet ettiğim bir arkadaş halini almıştı görüşmelerimiz. Sanırım nasıl bir ülkede yaşadığımı unutmuş olmalıyım ki gereğinden fazla anlam yüklemişim bu 20 dakikalık sohbete. Gittiğim yerin sadece ve sadece kar amacı güden bir işletme olduğunu unutmuşum. Her zamanki gibi 9'a 10 kala kapıdayım. Saat 9'u 5 geçti, içeriden bir danışan çıktı. Bunda problem yok. Erken gelmiştir ve erken girmiştir. 5 dakika problem değil. Ben beklerken, çalışanların çevresinde pervane olduğu orta yaşlı bir adam ve eşi de tam karşımdaki personel odasında sohbetteler. Vakitlerinin dar olmadığı malum. Şık giyim, makyaj vs... Ben de sabaha kadar bebek pişpişlemişim, uykusuz ve aç bir halde randevu saatini bekliyorum saf saf...Anlamıyorum ki bu çift neden arada bana gergin bakışlar atıyor. Anlamıyorum ki sıramı çoktan çalmışlar da ondan arada göz göze geliyoruz. Kapıdan benden önce girenler çıktı ve ben daha ayağa kalkmaya fırsat bulamadan diyetisyen beni biraz bekletebilir mi diye sordu ve ben daha ne olduğunu anlamadan o çift hooop odaya girdi bile. Orada beklesem kendime olan saygımı yitireceğim, yutkundum, gölzerim doldu.. Hasta kayıttan kaydımı sildirdim eve dönüyorum. Diyetisyenden mesaj....'Sizi beklettiğim için özür dilerim.' Hayır siz beni bekletmediniz, siz benim sıramı çaldınız dedim.Tabi içimden....Yanıt yazmaya bile gerek duymayacağım bir mesajdı. Hayatımın son 5 yılını fazla kilolarla geçirmişim. 5 kiloyu kendi çabamla, 10 kiloyu ise diyetisyenle beraber vermişim...Mutluyum, hedefimin bu şekilde bir saygısızlıkla yarıda kesilmesi tabii ki hafta sonumu berbat etti. Şimdi ne yapacağım konusudna kararsızım. Yeni bir diyetisyene başlayacağım muhtemelen.... Bu diyetisyen ki bana geçen görüşmemizde özel yerini açacağını ve benimle orada devam etmek istediğini söyledi ve ben de tamam demiştim. Ne kadar iş ahlakı o kadar köfte.. Kaybedenlerden olmanızı dilerim....